Didem GÜLCE

Tarih: 20.09.2025 04:55

TUZUN DA BİR SÖZÜ VAR

Facebook Twitter Linked-in

Hani bir hikâye vardır, anlatırlar:
“Padişahın biri kızlarını çağırmış;
— Beni nasıl seversiniz, diye sormuş.

Büyük kız:
— Şeker gibi, bal gibi severim, demiş.

Padişah sevinmiş.

Ortancası:
— Altın gibi, elmas gibi severim, cevabını vermiş.

Padişah ona da sevinmiş.

Küçük kız:
— Tuz gibi severim, deyince Padişah suratını asmış, küçük kızına küsmüş.

Ama ertesi gün, sofrasına getirilen tuzsuz yemeklere el atınca bağırıp çağırmış. Aşçısına:
— Bunlar da yenir mi, diye çıkışmış.

İşte o zaman küçük kız görünmüş:
— Babacığım, ben seni tuz gibi severim dedim, hoşlanmadın. Şimdiyse yemekler tuzsuz diye bağırıp çağırıyorsun. İnsan şekersiz, balsız olabilir. Altını, elması bulunmayabilir ama tuzsuz yapabilir mi? demiş.

Padişah kızından özür dilemiş. Ve hikâye böylece sona ermiş.

Velhasıl kelam, insanların ekmek gibi, su gibi vazgeçmeyeceği günlük ihtiyaçlardan biri de tuzdur. Anadolu’da “Tuzsuz aş, ağrısız baş olmaz.” derler. Yalnız aşın tadı tuzu değil, hayatın da tadı ve tuzu olmalıdır. Hep tatlı, şekerli tarafı mutlulukla ifade ederiz, tuzu da mutsuzlukla birleştiririz ama ikisi birlikteyken anlamlıdır. Bunu aklımızdan çıkarırız.

Dünya zıtlıklar üzerine kurulmuştur; zıtlıklar birbirini tamamlar ve bütünler. Karşıtı olmalıdır ki, güzel olanın değeri ve kıymeti bilinsin.

“Her şeyin ilacı daima tuzlu sudur; ter, gözyaşı yahut deniz.” diye boşuna söylememiştir Karen Blixen.

“Yaraya tuz basmak” deyimini sıkça duyarız. Tuz, tarihte antiseptik özellikleri nedeniyle yaraları temizlemek ve enfeksiyonları önlemek için kullanılmıştır. Yaraya tuz basıldığında enfeksiyon riski azaltılabilir. Önce canımız çok yanar ama o acı sayesinde iyileşiriz aynı zamanda.

Tuz yalnızca ağız tadımız değil, bedenimiz için de önemlidir. Çünkü tuzdaki sodyumu yeteri kadar kazanamazsak sağlığımız bozulur. Yeteri kadar sodyum olmadan ne sinir hücrelerimiz elektrik sinyallerini üretebilir, ne kaslarımız düzgün çalışabilir ne de beden sıvımızın dengesi korunabilir.

Deyimdeki tuzun kişisel hayatımızda farklı karşılıkları vardır; hepimiz için türlü türlüdür. Benim için okuduğum kitaplarda karşıma çıkan bir cümledir veya dinlediğim bir şarkının sözlerindedir. Altınoluk sahilinin hemen yanı başındaki Panorama Cafe’nin sahibi ve müzisyeni olan Engin Abimizin söylediği bir şarkının sözlerindedir tuzun şifası. Ve ne zaman, ne şekilde buluşacağımızı bilmediğimiz yerdedir.

Sanatlar, yeryüzünün tuzudur.

Yaraya Tuz Basmak, Attilâ İlhan'ın 1978 yılında yayınlanan romanının adıdır aynı zamanda. Bu eserde yazar, 1950 yılındaki Kore Savaşı ve 27 Mayıs 1960’ta Türkiye’de gerçekleşen askeri darbeyi incelemektedir. Attilâ İlhan’ın Kore Savaşı deneyimi temelinde yazılan bu eser her ne kadar kurgu olsa da Kore Savaşı ile ilgili yazarın savaş algısını anlatmaktadır.

Yılmaz Erdoğan ise “Acil Şifalar” şiirinde şöyle der:

“Şimdi şifa niyetine giriyorum sulara.
Mavisine değil denizin,
Sade tuzuna.”

Diyerek tuzun yarayı sağaltmasına atıfta bulunur.

Ben de ailemle birlikte geçtiğimiz hafta Altınoluk sahilinin serin sularına, aklımda bu sözlerle girdim. Şifalanmak üzere bıraktım kendimi mavi tuzlu derinliklere. Nelere iyi gelmez ki tuzun buruk tadı? Bana da çok iyi geldi; ruhuma şifa, dertlerime derman oldu. Unuttum dünyanın bitmez tasasını; sonsuz bir özgürlük, dinginlik sardı her yanımı.

Sözün kısası:
“Umut tuz gibidir. İnsanı doyurmaz ama ekmeğe tat verir.” — José Saramago


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —