Mustafa Remzi Özbadem

Tarih: 12.08.2025 03:47

Çin işkencesi

Facebook Twitter Linked-in

İnsanlık tarihinin adı sayılır bir yerini işgal eder Çinliler. Barutun icadı ile insanlığın geleceğini oldukça meşgul ettikleri gibi, şimdilerde teknoloji alanındaki yeni icatları ile oldukça dikkat çekiyorlar. Bunun yanında bazı konularda tarihe adlarını altın harfler ile olmasa da çamur ile yazmayı başarmışlardır. Esirleri konuşturup, bilgi almak için uyguladıkları etkili işkence yöntemleri vardır. Hatta bunlardan biri çok tanınmış bir yöntemdir. İşin ilginç yanı darp yok, hakaret yok, tehdit yok. Hatta “şöyle bir yan yan bakayım, korku vereyim” bile yok bu işkence yönteminde. Ama etkilidir.

Esir, bir noktada yüzü yukarı bakacak şekilde sabitçe bağlanır. Yüzün yaklaşık bir metre yukarısında, su damlalarının alın kısmına isabet edebileceği bir musluk sistemi kurulur.

Musluk, üç-beş saniyede bir damlayacak şekilde ayarlanır. Damlalar başta esirde bir etki yapıyor gibi görünmez ama damlama hızının ara ara değiştirilmesi ile işkence etkisini göstermeye başlar. Zirve kısmında esir, kafasına bir tokmakla vuruluyormuş gibi hissetmeye başlar, psikolojik çöküntüye girer. Sorgulayanlar işin sonunda istediklerine ulaşabilir mi bilinmez ama esirin bundan sonraki hayatı şizofreni kuralları içerisinde yaşanır. İki kere ikinin beş ettiği uzun, kalabalık geceler.

Çinliler bu yöntemi hâlâ kullanıyorlar mı bilemem ama Çin işkencesi kendini dünya üzerinde, farklı bölgelerde, farklı şekillerde hissettiriyor.

Eksik olan: Adalet.

Pandemi safsatası, bitmeyen, sözde dünya ekonomisini çökerten, hangi sebepten çıktığı ve ne zaman bittiği belirsiz savaşlar ile bize tasmalarını taktı sistem. Hem de en kalınından ve zinciri ile. Gün geçtikçe kısaltılan zincir ile hareket alanımız daraltılmak, özgür irade, benliğimiz elimizden alınmak istendi. Çoğu yerde başarıya ulaşıldı.

Siyahın ezildiği yerde susup, otlayan sarı, beyaz ve diğer renkler, sıranın kendilerine gelip, artık geri dönülmez bir yola girdiklerini hatta bittiklerini fark ettiler. Üstelik bu yolun sonu belirsiz de değil. Kesin bir şekilde: Kaos.

Toplumsal, yasal her türlü örgütlenmenin zayıflatılması, çoğu platformda “örgüt” kelimesinin öcü haline getirilmesi ile birlik-beraberlik ruhunun eritilmesi insanoğlunu diğer kısımda da güçsüz bırakıp, yalnızlaştırdı. Satın alınmış sendika, örgüt yönetimleri ile “yalandan hak arama” arenalarının moda olduğu bu dünya düzeni ile daha ne kadar dönebiliriz bilemiyorum. Hazır dünya da hızlı dönmeye başlamış iken “kendimizi aşağı mı atsak?” diyorum.

Atla..!

İstenmediğimiz bu dünyadan, sonsuz, karanlık boşluğa ölüm atlayışımız da kurtaramaz bizi; çözüm için yapılacakların da sisteme bir etki etmediğini görüyoruz. Atlamak için gerekli olan o büyük sıçrayış yerini olduğu yerde halay çekmeye bırakmış. Ama iki ileri, bir geri halayı yerini bir ileri iki geriye programlanmış. Büyük bir daire içerisinde geriye halay.
Kasıldık.

Çünkü birilerinin bize devamlı: “Bekleyin! Her şey çok güzel olacak!” demesinden bıktık. Halihazırda birileri niyeti bozmaktan da iki tık ileri gidip işini tüm rahatlığı ile sürdürür iken ablamız Sharon Stone dediğini tekrarlıyor kulağımıza:

“Tecavüzden kaçamıyorsan, zevk almaya çalış.”

Demekten utanmıyor mu?
Yok tabii ki.
Utanmadığı gibi başkalarına da peşkeş çekiyor. Yani menajerliğini de yapıyor bu eylemin. Hani işin acı yanı; artık zevk alabilecek konumda da değiliz. Unuttuk zevk almayı. Ne işe yaradığını unuttuğumuz birçok uzvumuzu üzerimizde bir parazit gibi gezdiriyoruz. Atsan olmaz, satsan alınmaz.

Dibe doğru gidiyoruz. Çünkü birbirimize soğuduk. Birbirimize düşman olduk. Siyaset, din, para çukurlarında aradık mutluluğu. Ama bu çukurlara gömdüler hep bizi. Toplu mezarlarda birbirimize sarıldık bir an. Ama kimseler görmedi bu hâlimizi, yırtılan ses tellerimizdeki feryadı. İnsan olmanın şifresinin sosyal olmaktan geçtiğini attık arka planlara. Sanala kaldı her şey. Elektrikler kesildi.

Dibe doğru gidiyoruz. Son nefesin ile yavaş yavaş aşağıya doğru süzülüyorsun. Unutma ki: Seni kurtaracak olan o büyük sıçramayı yapabilmen için ayaklarının dibe dokunması gerekiyor. Ya boğulacaksın ya da kalan son gücün ile, son hamleni yapacaksın.

“Gülümseyin…”

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —