Haziranın ortasına geldik. Yazın büyüsü kimilerini kuşatmaya başladı ama futbol dünyasını değil. Futbolda hâlâ kış mevsimi hüküm sürüyor. Yayın ihalesi, federasyon başkanlığı, Süper Lig’de hangi hakemlerin görev alacağı, Süper Lig takımlarında yabancı sınırı kuralının ne olacağı, takımların kadroları ve daha birçok konu belirsizliğini sürdürüyor.
Güneş mi açacak, sağanak yağış mı olacak, parçalı bulutlu bir hava mı bizi bekliyor yoksa kar mı yağacak? Kesinlikle bilemiyoruz. İşin bence trajik yanı, Türkiye sınırları içerisinde bunu bilebilmeyi bırakın, tahmin bile etmeyi başaran belki kimse yok. Nasıl olsun ki Türkiye futbol iklimi değişkendir. Bu değişkenlik aylara, yıllara bağlı değildir, günlere hatta saatlere bağlıdır. Belki de bu yüzden futbol sevdası her yerdedir.
2 BİN 500 YIL ÖNCE
Futbola ait ilk izlere M.Ö 3. yüzyılda Çin Hükümdarı Sarı İmparator döneminde rastlanır. Zu-Qui adı verilen bu oyun, topa ayakla vurmak anlamını içeriyordu. Çin’de asırlarca oynanan bu oyunun benzerlerini daha sonra Antik Yunanistan’da, Romalılarda, Japonlarda ve Azteklerde görürüz. Orta Çağ’da ise bu oyunun türevlerine Fransa, İngiltere ve Floransa’da tanık oluyoruz. Modern futbolun beşiğinin ise 19. yüzyılda İngiltere’sinin olduğu bilinen bir gerçek.
Demek futboldan konuştuğumuzda; yaklaşık 2 bin 500 yıllık bir geçmişi bulunan evrensel bir kültür söz konusu ise onun tam da merkezinde yer alan, yalnızca bir oyun değil, sosyolojik bir olguyu ele alıyoruz. O nedenle futbol yaşamın ta kendisidir.
Kaynak: Branko Elsner “Teknik, Taktik, Sistem”, Futbol ve Kültürü, İletişim Yayınları, İstanbul, 2020