Gülseren KAYA/ Yazar
Çocukluğumda da yapardım, ben bunu.
Ne zaman üzülsem çekilirdim kabuğuma, alıp başımı giderdim, başka diyarlara.
Aradığım, istediğim hayatı ancak kendi dünyamda, düşlerimde kurardım.
Bizim gecekondunun arkasında bir duvar boşluğu vardı, ne zaman küssem hayata, gider, hep oraya saklanırdım.
Hava güzel olduğunda uzanırdım, az da olsa yeşil çimlerin üzerine.
Zayıf ellerimle dokunurdum yere.
Parmaklarım toprağı kavradıkça var olduğumu fark ederdim.
SADECE ALINAN NEFES…
Sırtımı toprağa dayamış, yüzümü göğe dönmüş, öyle uzanır kalırdım.
Kollarımı göğe açar, gözlerimi bulutlara çevirir, derin derin nefes alırdım.
Bulutlar, beyaz bulutlar.
Onlar gibi uçmak, bu hayattan kaçmak istiyordum.
Engin ve masmavi bir gök kubbenin altında, kahverengi ve hafif yeşile sarmış toprak ananın kucağında, minicik bir bendim, benliğimin ne önemi vardı?
Sadece alınan nefes, verilirken anlam kazanıyordu, gerisi koca bir hiçti.
Hiç…
Başka hiçbir şeyin önemi yoktu ve hiçbir şey, alınan nefesten daha anlamlı değildi.
Sessizliğin içinde huzuru ararken küstüğüm bu hayata kafa tutar, çoğu zaman da burun kıvırırdım.
ALDIĞIN YARANIN ACISI
Anlaşılamamanın verdiği kırgınlık zamanla geçiyordu, geçiyordu geçmesine de derin yaralar açıyordu geçerken.
Zamanla farkına varılıyor, aldığın yaranın verdiği acının...
Zaten acı, sıcağı sıcağına duyulmazmış. Sonradan fark ediliyor her şey.
Nasıl ki siz anlaşılmak istiyorsunuz, karşınızdakini de anlamaya çalışın.
Anlaşılamamanın verdiği burukluk, çok ağır…
Hem de çok ağır.