Hayat nedir diye sorsalar, hüzünlü bir kabulleniştir derdim… Nitekim çoğumuz koşmaktan yorgun düşmüş durumdayız ve ne yazık ki koştuklarımıza da yetişemiyoruz çoğu zaman. Kader ve hayat bildiğini okuyor, canımızı okurcasına… Bazen kader bizi öyle durumlara düşürür ki, doğruyu yapmakla bile yanlış yapmış oluruz. Sonrasında da “böyle olması gerekiyormuş” kabullenişinin, kalbi sızım sızım sızlatan ağrısını yaşarız. Başka türlü olabilecekken, ileride belki de çok güzel günler yaşanabilecekken, daha başka hikâyeler de yazılabilecekken “buraya kadarmış” diyorsun ve diline gelen ne varsa yutuyorsun.
Yaşınız ilerledikçe her şeye müdahale edip en iyi hâle getirmek yerine, her şeyi görüp üç maymunu oynayarak devam ediyorsun hayatına… Çünkü hayat öğretiyor ki; ne kadar çabalarsan çabala, her şey olacağından ne bir adım ileri, ne de geri gidiyor. “Her şeyi istedikten sonra başarabilirsin” klişesi genelde elinde patlar insanın. Çok çalıştığı o iş, çok çabaladığı bir mevzu, çok istediği o eş olmayıverir bazen. Konu ne olursa olsun, kaderde yoksa eğer, insan bazı eşiklerden hiç geçemez. Hiç beklemediğimiz yerden yıkılır genellikle hayat. Masanın sallanan ayağı değil de, sağlam ayağı tutar kırılıverir.
Zaman gelir; kopmaz sanılan bağlar kopar, gitmez denilen insanlar gider, bitmez denilen her şey bir gün biter. Bir bakmışsın, ömür geçmiş, içinde bir sızı kalmış. Giden gitmiş, eksilmişsin, izi kalmış; omuzunda yaşanmamış bir ömrün tüm yükü kalmış…
Hayat denen garip bir çarkın içindeyiz… Geçmişe özlem duymaktan, geleceğe umut bağlamaktan, şu anı yaşayamamaktan. Hayat da zaten bu döngünün içinde kalıp mücadeleden bir an olsun vazgeçmemek biraz da. Mücadelesi bitenin, kavgası sonlananın hayatının da bir anlamı kalmıyor bir yerde.
İfade yorgunluğunu hiç duydunuz mu? Uzun süre anlaşılmayan insanın, artık bir şeyleri dile getirme gücünü ve isteğini kendinde bulamayışıdır… Çünkü birçoğumuz sevdiğimiz insanların burcunu, okuduğu okulları biliriz ama korkularından, hayal kırıklıklarından haberimiz yoktur. Aynı şekilde biz de karşımızdakiler tarafından bilinmez, içimiz okunmaz hâldeyiz. Göğsünü yarıp gösteremiyorsun sonuçta, insanlar da anlamıyor işte.
Oysaki kaç yaşımızda olursak olalım, anlayış ve sevgiler bekleriz karşımızdakilerden. En çok da bugünlerde biraz fazla farkındalığı olan her birey, sıradanlığa özlem duyuyor. Herkes tüm “en”lerini yüklemişken omuzlarına, biraz eksik kalmak en güzel ayrıcalıktır.
Ömrümüzü karmaşık çözümler aramakla geçiriyoruz ama hayatı gerçekten yaşanabilir kılacak en temel ve bir o kadar da unutulmuş gerçeği gözden kaçırıyoruz. Mutluluk basit olandadır; savaşa gerek duymayandır, kıyaslamayandır, yarıştırmayandır, koşturmayandır, korkutmayandır, meydan okumayandır…
Sözün özü:
Güzel taraflarınız olsun, insanların hayatını boğazlarına dizenlerden olmayın. Yaşayın, ne olacaksa olsun… Ama sizi bilen iyi bilsin, unutan güzel unutsun, vesselam…