Mustafa Remzi Özbadem


Tüm tiyatro yansın artık!

Barutun icadıyla biten mertlik, şimdi dronların gölgesinde yerle bir ediliyor. Kanla yazılan bu tiyatronun perdesi artık inmeli…


Sıcak.
Çok sıcak.

Beklemedeyiz. Uçsuz bucaksız ovanın tüm çeri çöpü donumuza kadar girmiş durumda. Rüzgâr o kadar güçlü esiyor ki; neredeyse nohut tanesi kadar büyük olan taş parçalarını yüzümüze savuruyor, tokatlıyor sanki.

Kalabalık, beklenen emir ile ilerlemeye başladı. Ortada önde okçu piyadeler ve arkalarında mızraklılar, iki yanda atlılar. Karşı taraf; sayısı az ama her zamanki ordu kuruluşu ile durmuyor. Yok denecek kadar az mızraklı ve oklu gruplar mevcut.

Yürüyen birliğimiz, düşmana yaklaştıkça hızını artırıp koşu hâline geçti. Karşı taraf hâlâ olduğu yerde bekliyor. Hem koşuyor hem de konuyu anlamaya çalışıyorduk.

Ateşli kalabalığımızı bir anda bizim ateşimizden daha da güçlü bir ateş karşıladı. Önce bir, sonrasında artarak gelen ateş topları… Havada uçuşuyordu parçalanmış vücutlar. Yağmur gibi yağıyordu parçalanmış cesetler üzerimize. Şaşkınlığımız, korku duvarlarını zorlar iken, büyük savaşçı kimliğimizi ezdirmeme adına koşmaya devam ettik düşman üstüne.

Çok eksilmiştik.
Çok.
Düşmana yaklaştığımız anlarda ise kulakları çınlatan o acayip ses kalabalığı içinde kaldık. Vızıltı ile ilerleyen ölüm… Sanki kulaklarımın dibindeydiler. Askerlerimiz kanlar içinde yere düşüp kaldılar. Şaşkınlığımız korkuya dönmeye başlamışken hâlâ anlamaya çalışıyorduk durumu. Zifiri karanlıkta kör savaşıydı bizimkisi.
Kime, neye karşı savaşıyorduk?

Yoksa biz bugün “üç harflilere” karşı mı savaşıyoruz?
Ayakları ters de değil.

Savaşın bir anında düşmanın elinde daha önce hiç görmediğimiz o aletleri gördük. Ellerindeki demir çubukları ne zaman bize doğru tutsalar, çubukların ucundan çıkan yüksek ses ve ateş bizleri vuruyordu.

Ok değildi.
Mızrak hiç?
Büyücü gibiydi her biri.

O gün tarihin ilk ve en büyük yenilgisini almıştık. Ordunun dörtte üçü, vücutlarında küçük demir bilyeler ile öldüler.

Sonradan öğrendik ki: Birileri “barut” adı verilen kara tozu bulup onu düşmana karşı kullanabilecek demir çubukları yapmış. Adına
“Silah” demişler.

İçine önce barutu koyup ardından bir yuvarlak demiri koyuyorlarmış. En son bir bez parçasını çubuğun deliğine tıkayıp, çakmak taşı sistemi ile harekete geçiriyorlarmış.

Bir boğayı yumruğu ile devirebilen savaşçılarımız, bunlardan birkaç tanesi ile ölüme ilerlediler. Hem de kırk kiloluk hasta görünümlü insanların eliyle.

Yani bu “silah icat edilip, mertliği bitirmiş,” diyelim.

O gün silah ile tanışan insanın ilk tepkisi aşağı yukarı böyle olmuştur sanırım. Sonrasında onlar silahın en kralını bellerine takıp terör estirmişlerdir birilerine. Herkese.

Şimdilerde ağa babaları dronlar eşliğinde türlü türlü füzeleri, nükleer boyutunda kullanıyorlar. Dudaklarının arasından çıkacak bir kelime ile:
“Vur!”

Mertliğe tecavüz 2

Hem de çoluk çocuk dinlemeden.
Utanmadan.
Defalarca.
Büyük zevk alarak.
Dualarla.

Yakın bir zamana kadar dünyaya barış getirme projesi,
“silahsızlanma” adı altında tüm diğer devletleri baskılayan, kendileri dışındaki hiçbir ülkenin nükleer silah üretimine hatta savunma sistemi satın almasına izin vermeyen birkaç mafya ülke; şimdilerde “yaverleri” aracılığı ile tüm dünyaya saldırıyor, kan kusturuyor.

Maalesef bizim de içinde bulunduğumuz medya çukurunun büyük bir kısmı şeytana hizmet ediyor iken “güçlünün” filmlerini izlemek zorunda kalıyor sadece oy verme yetisi olan fakir, cahil, bence çoğu Aziz Nesin'in dediği gibi aptal olan halk. Her güç kendi filmini çevirip bizlere onu izletiyor. Her filmde onlar haklı ve onlar kazanıyor. Konusu da belli:

“Tecavüz”
Her türlüsü ile.

Sonu mutlu bitmeyenlerden… Kan, tarihi boyunca hiçbir zaman bu kadar çok ve kırmızı akmadı.

“Akan kan dursun!” diyenler yok denecek kadar az olmasına da alışır olduk. Kapatmış olduğumuz gözlerimiz ile susar iken haksızlığa, cinayete, adaletsizliğe birileri “A bak kuş!” demeden kafamızı çevirip sanki orada birileri ölmüyor, yaralanmıyor, acı çekip yardım istemiyormuş gibi yapıyoruz.

Yani o dünya denen büyük tiyatronun sahnesinde parçalanmış çocuklar kasaptaki et gibi asılı durur iken, kan kokusu genzimizi yakar iken bizler gözlerimizi sahneden çekip dekorlar üzerinde yoğunlaşıyoruz.

O zaman ben de diyorum ki:

“Yansın artık bu tiyatro. Sahnesi, izleyenleri ile. Oyuncular zaten ölmüş. Oynatanlarla yanalım.”

Becerebiliyor iseniz:
“Gülümseyin…”

Adıyaman

22.06.2025

  • İMSAK 03:10
  • GÜNEŞ 04:59
  • ÖĞLE 12:34
  • İKİNDİ 16:27
  • AKŞAM 19:59
  • YATSI 21:39

FC St. Pauli, Mathias Pereira Lage’yi Kadrosuna Kattı

Hamburg, Paris Air Show’da Sürdürülebilir Havacılık İçin Sahne Aldı

Hamburg’da 2026 Olimpiyat Referandumu İçin Geri Sayım Başladı

En Moda 2025: Işıklar, Yıldızlar ve Unutulmaz Bir Gece!

HSV’de Yeni Başkan Seçiliyor: Marcell Jansen Dönemi Sona Eriyor

Görme Engelli Kadın Raylara Düştü: Hayati Tehlikesi Var