En çok canı yanan, en çok dönüşendir.
Hayatın belli dönemleri vardır; insan hiç istemese de bir şeyler elinden kayar.
Alışkanlıklar, güvendiği ilişkiler, kendine dair tanımları… Bir gün bakarsın, yıllardır aynı şekilde yürüttüğün düzenin artık seni taşımadığını fark edersin.
Bir kelime eksik, bir nefes ağır, bir umut yarım kalır.
Bu fark ediş çoğu zaman sessizce olur; ama etkisi büyüktür.
Böyle zamanlarda içimizde basit ama sarsıcı bir soru belirir:
“Ben şimdi kimim ve kim olmaya niyet ediyorum?”
Ne yazık ki değişim yumuşak bir süreç değildir.
Çünkü değişmek, dışarıya gösterilen cesur bir yürüyüş değil; önce içeride verilen derin bir karardır.
Kendi iç sesine kulak vermek, çoğu kişinin sandığından çok daha cesaret isteyen bir adımdır.
Ve çoğu zaman acıtır.
Yaranın kabuğunu kaldırmak kadar hassas, eski bir gerçeğe dokunmak kadar delici…
Tam da burada, kadim bir hikâye bize yol gösterir:
Derler ki; kartal ömrünün ortasına geldiğinde gagası uzar, pençeleri körelir, tüyleri ağırlık yapar.
Bir zamanlar gökyüzünün kudretli avcısı olan bu kuş artık yere yakın bir ömür sürer.
Uçamaz, avlanamaz, varlığını sürdüremez hâle gelir.
Ya ağır ağır tükenmeye razı olacaktır ya da zor ama dönüştürücü bir yol seçecektir.
Kartal ikinci yolu seçer.
Dağın en sessiz noktasına çekilir ve kimsenin görmediği bir yerde gagasını kayalara vura vura kırar.
Yeni gagası çıktığında körelmiş pençelerini söker.
Sonunda, ağırlaştıran tüylerini de yolar.
Aylarca sürer bu sessiz çile.
Her parçası sancılıdır.
Ama sonunda…
Eski yüklerinden arınmış hâlde yeniden kanatlanır.
Bu hikâye, insanın dönüşümünü anlatan güçlü bir metafordur.
Çünkü hepimiz hayatımızın bir döneminde benzer bir noktaya geliriz.
Artık işe yaramayan düşünceler, tekrarlanan döngüler, yorgun alışkanlıklar…
Belki yıllardır taşıdığımız ama artık bize iyi gelmeyen kimlikler…
Değişim çoğu zaman önce kırılma olarak gelir.
Bir hayal yıkılır, bir ilişki biter, bir kapı kapanır.
İlk anda kayıp gibi görünür; oysa çoğu zaman yeni bir yönün başlangıcıdır.
Bu nedenle bırakmak başarısızlık değildir.
Aksine, insanın kendine daha geniş bir alan açma cesaretidir.
Gagayı kırmak; eskimiş doğruları sorgulamaktır.
Pençeleri sökmek; aynı yerde tutan alışkanlıklardan vazgeçmektir.
Tüyleri yolmak; seni yavaşlatan yükleri akışa teslim etmektir.
Belki sen de bugün kendi dağının tepesindesin.
Kendi iç sesinden başka kimsenin duymadığı bir kararla bir şeyleri bırakıyor; eski benliğinin bazı parçalarıyla helalleşiyorsun.
Belki biraz kırgınsın, belki çok yorgun…
Bazen neyi bıraktığını bile bilmeden sadece “Artık böyle devam edemem.” diyorsun.
Bu bir zayıflık değil; bir başlangıçtır.
Çünkü dönüşüm çoğu zaman en çok canın yandığı yerden başlar.
Ve insan, kendini yeniden var etme cesaretini gösterdiğinde hayat da ona yeni bir yol açar.
Bir gün gelir…
Sen de hafiflediğini, değiştiğini, yenilendiğini fark edersin.
Tıpkı o efsanevi kartal gibi, kimsenin görmediği bir iç mücadeleden çıkar ve yeniden gökyüzüne açılırsın.
Yeniden uçarsın.
Ve o an anlarsın:
Genişleyen gökyüzü değil, senin açılan kanatlarınmış.




