Mustafa Remzi Özbadem


KARADUT …

Hava sıcak, dut ağacının gölgesi örtüyor üzerimizi. Hafif esen rüzgarın vücudumuzun üzerinden dokunarak geçtiğini hissediyoruz.


Hava sıcak, dut ağacının gölgesi örtüyor üzerimizi. Hafif esen rüzgarın vücudumuzun üzerinden dokunarak geçtiğini hissediyoruz. Az evvel dalında oturup meyvelerinden yediğimiz dut ağacının aşağı-yukarı 500 yıllık olduğu söyleniyor. Bazıları daha da fazla olduğunu söylüyor. Yaprakların arasından, güneşin ışıkları bir elmas gibi parıldıyor. Yaprakları sık, dalları kalın ve etli. Bize göre büyüklüğü ile bir dağı andıran.

Karadut...

Birçok kuşağa güzel anlarında mekan olmuş, korur iken meyveleri ile beslemiş. Altında, etrafında oynayanlara ana, baba olmuş bir nevi. Meyveleri diri ve iriydi. Az olmuşlar koyu kırmızı hatta bordo diyebileceğimiz bir tonda, olgunlaşmış olanlar ise siyahtı. Elinize alır almaz eliniz bir yeriniz kanıyormuş gibi ala boyanır, bilmeyeni korkutan bir hal alırdı. Bir keresinde yoğun bir dut öğününden sonra eve gitmiştim. Annem kapıyı açar açmaz bir çığlık attı. Ben de şaşırdım. Daha doğrusu korktum. Nasıl bir iştah ile yemiş isem, avını yemiş bir aslan yavrusu gibi ağzım, yüzüm kana bulanmış gibiydim. Tabi ki banyoya atıldık, el, yüz yıkanır iken yine bir terlik parlatmasından geçtik.

Peki vaz mı geçtim?

Tabi ki hayır!

Neden vazgeçeyim ki..!

Kendimizi bildik bileli o ağacın altında ve çevresindeydik. Yan tarafındaki boş tarlada futbolumuzu, çelik-çomak, misket ve daha birçok oyunumuzu oynadıktan sonra gölgesinde dinlenirdik sıcak havalarda. ( İzmir'den bahsediyorum. Yazın çölü anımsatırdı sıcağı kışın ayazı kemiklerimize kadar vururdu.)

Hele futbol maçları. Bizim için şimdilerdeki UEFA maçları gibiydi hele mahalle maçı ise elleme keyfimize. İç içe geçirilmiş plastik toplar vardı genelde. Ya da her tarafından derisi, ipi fırlamış ipleri ile sözde futbol topu. Herkes gol atmak isterdi. Her birimiz bize göre Pele, Maradona ya da bir başka ünlü futbolcuyduk. Kaleci sıkıntısı vardı. Kaleye geçerim diyen arkadaşımızı sırtımızda taşıdık. Ne dese tamamdı yani. Kaleyi seçmiş. Zor olanı. Tabii ki onu o kararında sabit tutma adına, açıkçası gaz verip, yağlıyorduk. Ve genelde maçın sonunda çıkan kavgalar yüzünden skor belli olmazdı. Yeneni, yenilenir belli olmayan maçlar ile doludur çocukluğumuz. Okula zamanı gelince bize sıkıcı gelen ama geleceğimiz için önemli olduğunu her geçen gün fark ettiğimiz o dönem. İki samimi arkadaşım vardı mahallede. Yunus ve Murat kardeşlerim.

Yunus Karadenizli, Rizeli bir ailenin çocuğu idi. Çok çalıştığı için hemen hemen hiç göremediğimiz babası Dursun Amca, boyu zannedersem 1.50 m kadar olan bir şeker anası vardı. Çok hızlı ve şiveli konuştuğu için genelde anlamazdım teyzemi ama zamanla o şifreyi çözdüm. Şimdilerde fazlası ile Karadenizli arkadaşım var ve her bölgeden. Hepsi ile anlaşabiliyoruz. Hem dilde hem maneviyatta.

Murat ise Manisa Turgutlu ilçesinden üç çocuklu bir ailenin. en büyük olanı idi. Babası Hakkı amca. Boyacı ustası, sessiz çalışkan bir insandı. Bir gün inşaatta tartıştığı bir başka işçi tarafından arkadan inşaat küreği ile kafasına vurularak öldürülmüştü. Şeker gibiydi Hakkı amca. Karşısındaki kişi psikolojik sorunları olan biri olduğu için acımamış katletmişti adamı. Ve o cani, Hakkı amcayı oğlu Murat'ın gözleri önünde öldürmüştü.

Ne acı. O yüzden o hazin olayın etkileri üzerinde kalmıştı Murat'ın. Biz üç kafadar altını üstüne getirmiştik İzmir, Karşıyaka'nın. Geze geze bitiremedik ama. Okulun bitmesini dört gözle beklerdik. Çantalar kapının arkasına, önlükler divanın üstüne. Bazen yemek bile yemeden kaçardık dışarı. Bize göre "özgürlüğe!" Her şeyi paylaşırdık. Her şeyi... Yediğimiz ekmeği, içtiğimiz suyu, evde kilo kilo olduğu halde bahçelerden çaldığımız eriği, şeftaliyi, arada harçlıklarımızdan biriktirdiğimiz Cola, bisküvi paraları ile ziyafet yapardık.

Harçlıklarımız…

Babam kendi işi ile uğraştığı için geliri iyi idi yani orta halli idik. Yunusun babası Dursun amca 3 tekerlekli bisikletten bozma arabası ile genelde hamallık ve hurdacılık yapardı. Yani fakir ama mutlu bir ailesi vardı Yunusumun. Murat, bizim için acı halkası idi arkadaşlığımızın. Babasının ölümü sonrası okulu bıraktı. Psikolojik ve maddi sorunlar yüzünden...

Biz üç arkadaş yani üç kardeş bize verilen harçlıkları birleştirip tam üçe bölerdik. İşte o zaman daha da "biz" olurduk bize göre. Bazen tartışıp küssek de araya kimseyi almaz bir bahane ile barışır yine hiçbir şey olmamış gibi dostluğumuza devam ederdik.
Ta ki dönemin kentsel dönüşüm benzeri olan yüksek bina, Apartman yapılanmaları moda olana kadar. Bitirdi bizi o apartmanlar. Önceleri on dairelik, sonrasında yüz dairelik şekli bozuk canavarlar. Babil'in sonunu getiren o kuleler gibi. Şimdilerde zamane çocuklarına üzülüyorum, hatta acıyorum. İnsanının ellerine tutuşturduğumuz sanal dünyalar ile robotlaşan çocuklarımız. Sağ olsunlar yeter ki! demekten ileri gidemediğimiz hallerimiz.

Çaresizliğimiz...

Karadut ağacımızı o çarpık yapılanma döneminde kayıp ettik. Okul dönüşü O’nun asırlardır olduğu yerde olmadığını fark ettim. Çöle dönmüştü o dergah gibi alan. Yaprakları her yana dağılmıştı. Belli ki çok direnmişti kendini bitirmeye çalışanlara. Onunla beraber çocukluğumuzda budanıp, köklenerek, alınmıştı bizden. Derinlerde izi kalsa da.

Eksik kaldık.

Karadutların gölgesinde olsun yaşamınız…

Saygılar...

Adıyaman

08.05.2024

  • İMSAK 03:42
  • GÜNEŞ 05:16
  • ÖĞLE 12:28
  • İKİNDİ 16:17
  • AKŞAM 19:30
  • YATSI 20:59

Kuşadası Belediye Meclisi Kardeş Şehir İlişkilerini Geliştiriyor

Artı TV ve Artı Gerçek'in kurucusu Celal Başlangıç'ın cenaze programı belli oldu

Murat Kuşçu'nun Yönetmenliğini Üstlendiği "Yeter Artık" Filminin Afişi Oyuncusuz Yayınlandı

Älteres Ehepaar in Buxtehude durch falsche Polizeibeamte und Schockanruf um mehrere zehntausend Euro betrogen - Polizei sucht Zeugen und warnt erneut vor der Betrugsmasche

Hüseyin Cinkara, Dünya Şampiyonluk Yolunda İlerliyor!

Ailesi ve Dostları Merhum Sakıp Sabancı’nın 20’nci Yıl Anma Töreninde Buluştu