“Evim gibi hissetim.” insanın kendini ait hissedişinin en sade, en net anlatımıdır. İnsanın kendini ait hissetmesi diğer birçok duyguyu da beraberinde getirir.
Karnını doyurduktan sonra kendine barınak aramıştır ilk insan. Mucizelerle dolu olan doğa, acımasızdır da kendi döngüsündeki normalleri kırıcı ve yıkıcıdır. Aslında doğada bulunan tüm canlılar barınak arar, inşa eder. İnsanlık adına, teknolojik anlamda düşünüldüğünde o günlerden bugünlere çok yol katedildi. Barınak olarak kullandığımız yerleri çok çeşitlendirerek birçok isim bile verdik: yalı, villa, köşk, konak, bağ evi, kır evi, köy evi, müstakil ev, apartman dairesi.
Sosyoekonomik anlamda da toplumu sınıflandırdık, üst, orta ve alt sınıf diye. Şimdilerde alt orta sınıf tabiri de yayınlaşmakta. Her ne kadar bu durum, kapitalizmin getirdiği zaruri bir kategorileştirme olarak karşımıza çıksa da eleştirel anlamda birçok yorum yapmaya müsait. Bu eleştirilerin neler olduğuna başka bir yazıda değinilebilir. Şu an değinmek istediğim konu şu: Bu sınıflardan alt ve orta sınıfın şimdilerde gecekondu ve apartman dairelerini barınak olarak kullanıyor olması, dahası yaşamını buralarda sürdürmeye çalışma mücadelesi.
Gecekondulaşma, kent kültürünün benimsenip daha çok yaygınlaşmasıyla yakın tarihimizde kalmak üzere. Ezici çoğunluğun yaşadığı apartmanlara ve apartman kültürüne baktığımızda ise öncelikle gökyüzünün dahi satın alındığı, satıldığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Sonra bireysel ihtiyaçları yok sayan herkesleşme kültürüyle benzer dairelere sıkıştırılmış, oksijenden, topraktan, sosyalleşmeden uzak yapılar görüyoruz.
ÇÖZÜM: EŞİT PAYLAŞIM, EŞİT DAĞILIM
Yine de tüm bu olumsuz yaşam şartlarına rağmen 21. yüzyılda bir apartman dairesine sahip olmak büyük şans ve bir yerde güvencedir insana. Bu şansa ve güvenceye sahip insanlar, ne yazık ki tüm dünyada ve ülkemizde azınlık bir grubu temsil etmek üzere. Özellikle son zamanlarda fahiş oranda artan ev kiraları, çoğunluğun haklı olarak dilinde çünkü barınma sorunu insanın ait olma duygusunu derinden sarstı. Dahası bir babanın gözlerindeki umudu, hayalini kurduğu evi, arabayı ya da çocuklarıyla birlikte yapacağı güzel bir tatil planını erteletti. Bir annenin, hayat yorgunluğu içinde kendine yarattığı özel zamanı çaldı. Bir çocuğun okulda kalemini kaybetme masumluğunu yok etti. Genç bir insanın, kendine ait bir ev tutarak bireyselleşmesinin önüne geçti. Bir çalışanın öğle yemeğini iptal ederek sadece akşam yemeği yemesine neden oldu.
Hepsi bir apartman dairesinde oturabilmek, sadece ev kirasını ödeyebilmek için. Tüm bunların gerisinde bunca özgürlüğün feda edilişi insanın, insanlık kavramına yaklaşma mücadelesini ötelemekte. Bu sebep ve sonuç silsilesi içinde iç karatıcı kısır döngü sürüp gitmekte. Güneşi, ayı, yıldızları, sıcağı, soğuğu, yazı, kışı, baharı, rüzgârı kısacası bu dünyayı anlayıp tekamüle varabilmemiz için insanlığın artık bu birinci basamağı yani yeme, içme, giyinme, barınma ihtiyaçlarını geride bırakması gerekir. Bu, düşünüldüğü kadar zor değil. Eşit paylaşım, eşit dağılım ile mümkün. Diğer türlüsü zaten uzun vadede sürdürülebilir görünmemekte.
Hem en basiti, birilerinin hobi olsun diye ev aldığı, çoğunluğunsa nefes almış olmak için yaşadığı gerçeğini bariz bir şekilde görmemiz, bu sistemin nasıl değişmek için çırpındığının kanıtı değil de ne?