Tesadüfen karşılaşmıştık Canan’la. O gün bir işimin yapılması için oradaydım ve karşımda Canan vardı.
Ay tenliydi Canan, sade bir güzelliği vardı. Onu çok daha güzel gösteren güler yüzü ve samimiyetiydi. Sohbet kendiliğinden akmıştı akmasına ama bazı kelimeler yarım çıkıyordu ağzından. Acı çekmiş bir kadının haliydi bu. Nerede olsa tanırdım!
Canan’ın da sustuğu yerlerde bir hikâye gizliydi.
Aradan zaman geçti, birkaç kez daha görüştük. Son buluşmamız Canan’ın kahve içme saatine denk geldi.
Gülümseyerek, “Gelin, birlikte kahve içelim,” dedi. “Ben kahvemi şekerli içerim,” diye de ekledi.
Ben de kahveyi şekersiz severim ama o gün sohbetin sıcaklığına kapıldım. Kahvenin şekerinden çok ortamın samimiyeti tatlıydı.
İnsan, kiminle ne konuşacağına kendisi karar verebilir. Bazen de kelimeler bizi seçer. O gün de öyle oldu. Kahvelerimizi yudumlarken Canan’ın dili çözülüverdi.
“Kaderimi kabul edişim on altı yaşımdayken oldu,” dedi.
“Muhasebe bölümündeydim, lise ikinci sınıf öğrencisiydim. Başarılıydım, takdir belgelerimi hâlâ saklarım. Ama ailem beni okuldan aldı; ismen bildiğim fakat hiç konuşmadığım biriyle evlendirdi.”
Canan anlatırken sesi titriyordu.
Babası kamyon şoförüymüş, aylarca eve gelmezmiş. Evin yükü annesinin omuzlarındaymış. Günün birinde akrabalardan biri, anneannesine ‘Canan’ı bizim oğlana alalım,’ demiş.
Anneannesi bu sözü annesine aktarmış. Annesi de, “Ben evlenirken bu akrabalar çeyizimi düzmüşlerdi, en azından kim olduklarını biliyoruz. Evlendirelim seni kızım,” demiş.
Ne kadar itiraz etse de, okumak istediğini söylese de kimse dinlememiş Canan’ı. “Bu benim kaderim,” diye düşünmüş o an.
Sonra sessiz kalmış, sabretmiş. O sabrettikçe üzerine de bir o kadar çok gelinmiş.
Devam etti Canan, gözleri dolarak anlatmaya:
“Henüz nişanlıyken, pavyona gitmemesi gerektiğini söylediğim için bana tokat atmıştı nişanlım. Bu olay üzerine yüzüğü attım ama o yüzük bir kere parmağa girdi mi çıkmıyor. Evlenmek zorunda kaldım.”
Eşi hem kıskanç hem kontrolcüymüş. Canan’ın tüm özgürlüğünü elinden almış. Ama o, bir kere direnişin en sessiz hâlini seçmiş: sabretmeyi.
Bu sırada iki kızları olmuş. “Kızlarım benim hayata tutunma nedenim oldular. Ek gelir olsun diye merdiven silerken, el işi yaparken, takı tasarlarken nefes de almış oldum. Her şeye rağmen o zaman da üretmeyi severdim.”
Evlilikleri süresi boyunca eşi Canan’a şiddet uygulamaktan çekinmezmiş.
Peki, sizce nişanlıyken o ilk tokada tepkisini gösteremeyen Canan evliliği süresince her türlü şiddeti hak etmiş midir? Bir kere yapan bin kere daha yapmaz mı? Sizce?
Bir süre sonra eşi hastalanmış, yürüyemez hâle gelmiş. Canan hem ona bakmış, hem dışarıda çalışmış, hem de iki çocuğuna annelik etmiş.
Ama o dönem bile dayaktan kurtulamamış.
“Eşim iyileşince her şey yeniden başladı,” diyor Canan. Şiddet, kıskançlık, baskı ile geçen on iki yıl.
Hayatımdaki kırılma noktam diye tanımladığı günü ise Canan şu cümlelerle anlatıyor:
“Eşimin şiddetinin kızlarıma bulaşmasıydı. Kızıma atacağı ilk tokatta sesimi çıkardım. O gece farklıydım. Susmadım. Kavga büyüdü. Komşular sesleri duyup polisi aramış. Polis geldiğinde o adamın elinden kurtulduk. Uzaklaştırma da aldı. Bir kez daha onunla buluşsam biliyordum ki öldürecekti beni. İki çocuk annesi kadın, eşi tarafından öldürüldü başlığıyla, satır aralarında ismim dahi geçmeyecekti. Ama ben kararlarımın arkasında durdum ve sadece kendime güvendim. Anneydim ben. Kızlarıma da bakardım, kendime de.”
Böylece Canan özgürlüğünü geri almış.
“Boşandıktan sonra ilk yaptığım şey, yarım bıraktığım okulumu bitirmek oldu,” dedi gururla. “Sonra çocukluğumdan beri içimde olan hevesi takip ettim; meslek edinip sertifikamı aldım. Ehliyetimi aldım, arabamı aldım. Kızlarımla birlikte küçük ama huzurlu bir evimiz var. Şu an çalıştığım iş yerinin yüzde 50’sinden fazla paya sahibim. Tüm bunları da beş yıl içinde yaptım.”
Sohbetin bu dakikasından sonra Canan’ın sesi yorgun değil, daha da gür ve kararlıydı.
“Hiç kimseye eyvallah etmedim. Namusuma leke getirmedim. Bence her şeyden önce anne olmak kutsal bir şey. Önce insan, sonra anne olmalıyız ama benim en büyük rolüm hep annelik oldu. Tüm kariyerim, işim, gücüm hep sonra geldi,” diyerek anneliğini önceliklediğini bir kere daha söyledi.
Bu sohbetin sonunda, Canan’ın hikâyesini öğrenirken ilk karşılaştığımızda yarım bıraktığı cümlelerin haklı yükünü de anlamış oldum.
Birçok kadın bugün boşandığı için ya da hiç evlenmediği için neredeyse dışlanıyor, yaftalanıyor. Bir veba gibi yapışıyor o istenmeyen ya da tercih edilen geçmiş.
Oysa insan yeniden başlayabilir, kendi senaryosunu kendisi yeniden yazabilir.
Buna gölge düşürenler ise bence asıl namussuz olanlardır.
İyi ki varsın Canan. Kadının kadına yurdu değil de kurdu olduğu bu zamanlarda umut verdin.
Ne mutlu sana.
Sevgilerimle.




