Didem GÜLCE

Tarih: 03.07.2025 03:30

BANA SOR ANKARA’YI

Facebook Twitter Linked-in

Hepimizin çok iyi bildiği, yakından tanıdığı duygular vardır. Kimimiz için özlem, kimimiz için ayrılıklar, adanmışlıklar, tükenmişlikler ve daha neler neler saklarız duygularımızın derinliklerinde kimselere göstermediğimiz. En çok da gurbette yaşayanlar bilir; özlemlerin yakıcı hasretini, ayrılıkların acısını, kavuşmaların mutluluğunu, yolların uzunluğunu ve çaresizliğini. Yıllar sonra Sezen Aksu’nun yeni çıkardığı şarkılarını dinliyorum serin bir başkent gecesinde, sayılı dakikaları nefes nefes yaşamaya çalışarak. İlk gençliğimden başlayarak, şehrime ve hayatıma kattığı güzellikler ve yeniden sılada buluştuğumuz için sesinden öpüyorum. İçimde, “işte geldim gidiyorum” hüznü var yine. Zamanı yavaşlatmak istesem de, sayılı gün çarçabuk geçer her zaman ve bizim bunu durdurmaya gücümüz yetmez. Şair “Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır.” demiş şiirinde, duygularımıza tercümanlık yaparak.

Taşında geçmiş zaman, gölgesinde hatıralar taşıyan şehrimde, bugünkü gördüklerim değil, eskinin yaşanmışlıkları eşlik ediyor bana. Ta Cumhuriyetin ilk yıllarının başkentine gidiyorum; ünlü şairlerimizin, yazarlarımızın, devlet büyüklerimizin zamanına… Kendi kendini imar eden, yaşama dair kuralları kendisi koyan Ankara’da çocukluklarını ve gençliklerini geçiren şairlerimizin adım izlerini takip ediyorum. “Mahşerin üç atlısı” diye anılan şairlerimiz Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat şiirlerini bir ideolojinin üzerine kurduğu ya da serbest sularda dilediğince yüzdüğü yıllara gidiyorum. Şehrin yazarının, şairinin sokaklarında dolaşmak; onlarla birlikte o iklimi, o ruhu yaşamak, o mekânlarda oturup geleni gideni izlemek, biriktirip yaşama akmak istedim hep. Bilirim ki şairlerin yazdıklarında yaşadığı coğrafyanın, şehrin ruhu vardır.

Mesela Karanfil Sokak’ta yürürken aklıma Ahmed Arif’in “Karanfil Sokağı” isimli şiiri geliyor…

“Karanfil Sokağı’nda bir camlı bahçe,
Camlı bahçe içre bir çini saksı.
Bir dal süzülür mavide.
Al al bir yangın şarkısı,
Bakmayın saksıda boy verdiğine,
Kökü Altındağ’da, İncesu’dadır.”

Ulus Posta Caddesi’ndeki Kürdün Meyhanesi’nde, elinde rakısıyla Ahmet Muhip Dıranas’ı rakısını yudumlarken hayal ediyorum. Orhan Veli, Yaprak dergisinin işlerini burada yürütürken, Cahit Sıtkı Tarancı meşhur “Otuz Beş Yaş” şiirini taslak halindeyken arkadaşlarına okurken duyuyorum. Orhan Veli bir sigara yakar; gülümseyen yüzüyle kapıdan Melih Cevdet Anday belirir. Ankara, koca bir meyhane olmuştur onlar için. Gittikleri mekânlar yazdıkları dizelerin şahidi olmuştur ama aslında en büyük şahit Ankara’dır. Turgut Uyar, “Sevgim Acıyor” dizelerini ithaf ettiği karısı Tomris Uyar’la Ankara’da tanışmıştır.

Ankara, tarif edilemeyen, nedeni belli olmayan bir burukluk verir insana nedense. Ankara sarılır, bağrına basar, korur kollar. Sert ve otoriter yüzüne rağmen merhametle sahiplenir.

Bir yıllık ayrılıktan sonra, öylece durup zamanı da durdurmak isteyip Kızılay Meydanı’na bakıyorum; gelip geçen insanlara, durup kalkan araçlara, çevredeki yapılara… Fark ediyorum ki, bulmak ve görmek istediğim aslında kendimmiş. Özlemini çektiğim zamanlarda yaşadığım ve hissettiğim duygularmış. Benim ait olduğum, okullarımın, mezarlarımın, çocukluğumun, ilk gençliğimin, en güzel, en buruk anılarımın başkenti. Geride bıraktıklarım, sevdiklerime hasretliğim, taşına toprağına, havasına suyuna özlemim... Burada gökyüzü bir başka mavidir, en yükseğine uçmak istediğim. Başka şehirde ihanet ediyorum kendi masalıma, sevdamın yeri belliyken.

Hayat beni kararlı bir alacaklı gibi rutin alışkanlıkların kollarına bırakıyor her daim, hepimize yaptığı gibi. Ve yine veda vaktine sayılı dakikalar kalıyor, benim yarım kalıyor, diğer yarım geleceğe gidiyor…

“Ölürsem senin toprağına gömülmek isterim Ankara.” diyen Metin Altıok’a selam olsun, ben de onun gibi bu topraklara gömülmek isterim. Bir şehre hissedilen sevgi ancak bu kadar güzel dile getirilir.

Her veda gibi Ankara’ya veda da zordur. Ankara’ya veda etmenin zor olduğunu Ahmet Erhan dizelerinde anlatmıştır. Ben de içim kan ağlayarak, boğazımda koca bir yumru, buğulanmış gözlerle kaç kez veda ettim çok sevdiğim şehre:

“Bir daha yeni bir Ankara bulamazsın,
Bu gri ve soğuk yüz aslında sırtını yasladığın koca bir duvarmış
Ve o duvarı arkandan bir anda çekmişler gibi:
Ayak basılmamış toprağım, dürülmüş göğüm;
Yüzü karanlık bir kalabalık,
Parmak basma ve bastırma yetkim.
Üstgeçitler kurup, altgeçitlerde titreyen devrimci ruhum.
Devletimin gri yüzü, bu kadar…
Bu kadarsa ayrılıklarla örülsün yünüm!
Ankara, anakarası yaşamadım diyebildiğim her şeyin.”

Yine de hoşça kal şehrim,
Şehrim hoşça kal…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —