Binlerce yıldır aşk üzerine sözler söylenmiş, şiirler yazılmış, efsaneler anlatılmıştır. Aşk, temelde bir birliktelik hâli, bir arada olmayı seçmektir. İki insanın, hayatlarını birlikte sürdürmeye gönüllü olmasıdır. Bir rıza, bir kabulleniş vardır.
Romantik ilişkiler üzerine kesin yargılarda bulunmak zordur. Ben aşka dair ilk yargı cümlesini, şehirlerarası yolculuk yaptığımda bir otogarın büfesinde satılan aylık bir dergide okudum: "Aşk insanın kendine yenilmesidir." Etkilenmiştim. Ancak şimdilerde bana göre, insan, kendi benliğini bulmadan, özgürlüğünü tanımadan, bir başkasıyla gerçek anlamda bütünleşemez. Önce kendine inanmak gerekir. Olumlu ya da olumsuz ne olursa olsun, karşılaşacaklarınla başa çıkabileceğine güvenmek… Çünkü aşk, iki yarımın birleşip bir bütün olmasından çok, iki tam insanın bilinçli bir tercihle yan yana durabilmesidir.
Bilimsel ya da pratik her yorum, aşkın geçici olduğunu söyler. Kalıcılık, onun zamanla sevgiye ve saygıya evrilmesiyle mümkündür. Bu klişe gibi görünse de, içinde bir hakikat barındırır.
Birlikte olmak her zaman aynı mekânda olmayı gerektirmez. Gönüllü bir yakınlık, düşünsel bir birliktelik yeterlidir.
Aslında aşkın evliliğe dönüşmesi de, toplumsal bir sözleşme, bir tür kültürel dayatmadır belki. Ama öte yandan, insanlığın yerleşik yaşama geçişinden bu yana evlilik, birlikte yaşamayı sürdürülebilir kılmak adına bir çözüm yolu olmuştur.
Günümüzde, yalnız kalabilmenin erdemi ve önemi anlaşılmıştır. Ama hayatın her anını bir başka kişiyle karşılama durumu, insana iyi gelen bir şey olduğu da doğrudur. Güzel bir güçtür bu, bir dayanışmadır, bir umut hâlidir.
İlişkiler hakkında uzman değilim. Lakin yine de sözleri seven bir kadın olarak şunları söylemek isterim:
Milyarlarca insan arasında bir kişiyle bütünleşme kararı nasıl verilir? Belki de cevap, netlikte saklıdır. Açık, dürüst bir iletişim kilidin anahtarıdır.
Aşkın pazarında şüpheye yer yoktur. Güven esastır.
Toplumun “kusur” olarak tanımladığı şeyler bir kenara bırakılır o deryada. En iyi insan diye bir düşünce yoktur. İnsan, olduğu hâliyle sevilir. Mükemmellik değil, gerçeklik tercih edilir. Ve böylece aşk, evrilir, dönüşür, gelişir. Doğru ilişkide insan acı çekmez. Ne duygusal ne maddi ne de manevi bir açlık kalır. Aşkın sofrasından doymuş bir şekilde kalkmak zaruridir.
Kıyasa, başkalarının düşüncelerine yer olmayan bir alandır bu. Orada yalnızca yaşamak vardır. Geçmişi yargılamamak ve ilişkiyi biricik hâliyle kabul etmek… İçinde olduğun anı bilirsin sadece. Bazen dönüp geriye baktığında “Aa!” diye şaşırırsın. Ama o anı yaşamışsındır; bu da insana dairdir.
Aşk, dikkat de ister, gözlem de ister. Aşk, vicdanlı davranmayı gerektirir. Tıpkı bitkilere verilen can suyu gibi… Ama bu can suyu, tek seferlik değil, her daim verilmeli, hep yanımızda olmalıdır.
Selvi Boylum Al Yazmalım filminin o eskimeyen repliği durum kurtarıcıdır bu safhada: “Sevgi neydi? Sevgi emekti.”
Aşk, o emekle beslenir. "Başkası olsa yapmazdım ama senin için yapıyorum." diyebilmektir.
Kimi zaman düşünmeden, ama çoğu zaman cesurca kararlar alabilmektir. Aşk tez canlıdır da. Başlarken beklemeye gelmez. Yola çıktıktan sonra da sabretmeyi öğretir.
Aşkla kalın.