Tarih: 23.07.2023 19:04

“SANAT DEVRİM YAPMAZ AMA BAZI ŞEYLERİ DÖNÜŞTÜRÜR”

Facebook Twitter Linked-in

 

Herkesin sanatçı ruhlu olmasına gerek yok, insan, sadece sanatla uğraşsa bile dünya ne güzel olur!” düşüncesinden hareketle okuyucularımızı hayata dokunan sanatçılarla buluşturmaya devam ediyoruz. Yaşadığı çevrede çocukların” Şirin Baba” olarak tanıdığı, Edebiyat Öğretmeni, Heykeltraş ve Şair Uygur Orhan ile keyifli, okunası bir röportaj gerçekleştirdik. 

Röportaj: Kibar Özkan 

Sizi tanıyabilir miyiz?

Elazığlı heykeltraş bir babanın çocuğuyum. Bu nedenle içinde bolca sanatın olduğu bir ortamda büyüdüm. Çocukken Picasso, Henry Moore, Kandinsky gibi sanatçıların cep kitapları elimden düşmezdi. Ayrıca Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölümü mezunuyum. Otuz bir yıllık öğretmenlik hayatımdan sonra birkaç yıl önce emekli oldum ve Ankara’ya taşındım. Profesyonel meslek hayatımın yanı sıra, sanat hep hayatımda oldu. Sanattan emekli olunmaz tabii. Tüm bunların ötesinde beni tanımak istiyorsanız sokak sanatını, Çıra Sanat Atölyesi’ni bilmeniz gerekir. 

Çıra Sanat Atölyesi’nin hikâyesinden bahseder misiniz? Atölye kurma fikri nasıl gelişti? 

Kayseri’de öğretmenlik yaptığım sırada Marmara depremi oldu. O üzüntüyle “Bu durumda ben de bir şeyler yapmalıyım.” dedim. Sonra “Benim bir sanatım var, ben bir ressamım.” diyerek sokağa çıktım. İnsanların portresini çizmeye başladım. İlerleyen zamanlarda, Kayseri Kadın Dayanışma Derneği, Pir Sultan Abdal Derneği, EĞİTİM SEN gibi sivil toplum kuruluşlarının destekleriyle çocuklara ve gençlere yönelik çalışmalar yaptım, sanatsal birikimimi paylaştım.  Atölye ismi olan çıra kelimesi çeradan geliyor, yanan gönül manasında. Ben bunu insanların içinde yanan sanatsal kıvılcımı, sanatsal hareketi yansıtmak için kullandım. O izi, öz enerjiyi ortaya çıkarmaya çalıştım. Öncelikli hedef kitlem, çocuklar ve gençlerdi. Böylelikle Kayseri’deki çalışmamız yaratıcı atölyeler biçiminde oluştu. Yaratıcı atölye, yaratıcı yazma atölyesi ve kilden heykelcikler atölyesinden oluşuyordu. Çıra sanatı böyle yol aldı. Şu anda da Ankara Hatay Sokak’ta Teşüp adlı sahafta hem okumalar yapıyoruz hem de sanatsal faaliyetimizi sürdürüyoruz.

Heykel yapmaya nasıl ve ne zaman başladınız, bu sanata dair neler söylemek istersiniz? 

Heykel sanatından bahsetmem için babamdan bahsetmem gerekiyor. Babam, 1945 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirmiş, Türkiye’nin sayılı heykeltraşlarından biri. Arkadaşları İlhan Koman ve Kuzgun Acarla aynı bölümde okumuş. Evimiz atölye gibiydi: Çayda Çıra Anıtı, Değirmen Çekenler Heykeli, büstler, taştan yontulan heykeller, konstrüksiyon heykelleri. Tüm bunları ve daha fazlasını babam yapıyordu. Sanat taklitten ortaya çıkar ya ben de babamı taklit ediyordum. O birikimle büyüdüm. Babam sanatın sadece okullarda öğretildiğini değil, içten gelen bir duyguyla sanata yönelmiş olunabileceğini söylerdi. Bir gün bana “Sen artık yaparsın.” dedi.  O birikim içinde ben de bir şeyler öğrendim. Kendime hâl â sanatçıyım, diyemem. Babam 80 yaşına gelmişti “Sanatın daha ne olduğunu yeni öğrendim.” diyordu. “Hayat kısa, sanat uzun.” sözünü hep söylerdi. Sürekli hep yeni şeyler araştırıyordu. Heykel sanatını diyalektik bakış açısıyla değerlendirdiğimde karşıt formların birlikteliği yani doğayı kopya eden bir dal olarak görüyorum. Diyelim ki birisinin portre büstünü, yüzünü yapacağım. A, ne güzel parlattım, cilaladım saçlarını! Hayır, böyle olmamalı. Sanat yeni bir yorum, yeni bir bakış açısı gerektiriyor. O yüzden bu birikimle İlhan Koman’danın, Hengri Moore’nin önemli kitaplardan kopyalar yapardık. Onlardan sanatın inceliklerini sezmeye, öğrenmeye ve daha güzel yeni şeyler yapmaya çabalardık. 

Heykel sanatını isteyen herkes yapabilir mi?

Herkes heykel sanatıyla ilgilenebilir. Bunun bir standardı yok. Örneğin milattan önce bile Yemesek’te heykel atölyesi varmış. Anadolu topraklarında heykel yapan, üreten hem taş ustaları, çamur ustaları hem de atölyeler var. Bu topraklar, çok değer yetiştirmiş. Biz değerini bilerek onların sanatını bir üst aşamaya getirmeliyiz. Türkiye’de bir matematik köyü yapıldı. Sanat köyü de var sanırım ama bir heykel köyü yok. Bir köye yerleşip heykellerimi ücretsiz halka açarak herkesin gelip heykellerini yapabileceği, atölyelerin olduğu bir köy düşlüyorum, düşünüyorum. Tabii sivil toplum ve belediyelerin katkı ve destekleri de şart ama bu olmasa bile Don Kişot’unkine benzeyen planlarım var.

Çocukların gelişimine dair neler söylemek istersiniz?

Çocuklar en ayrıcalıklı olması gereken bir sınıf. Onların içindeki o naif, heyecansal yaratıcı güç, benim de onlardan çok şey öğrenmeme neden oluyor. Sanatsal kil heykelcikler etkinliğinde buraya küçük çocuklar geliyor. Çamurun o plastik gücünden, kolay biçimlendirilen hâlinden yararlanarak bir çocuğun kurbağa, fil ya da tavşan heykeli yapmasına hayranlıkla bakıyorum. Ne kadar saf, tertemiz, naif bir şekilde “A, ben yaptım, oldu.” diyor. Ben de “Aferin ne güzel yaptın!” diyorum. İlla file benzemesi ya da tavşana benzemesi şart değil ama şu an eğitim sistemindeki dijitalleşmeyle laptoplarla tabletlerle çok fazla meşguller. Bu araçların da faydalı yanı vardır ama doğaya biraz daha yönelip doğanın o içsel enerjisini çocuklara yansıtmak, onların yozlaşmaması, körelmemesi için eğitilmesine ağırlık veriyorum. Geleceğimizde en önemli rol çocukların olacak. Çocuklar, bu sanatsal kültürü, öğretiyi almışsa ortaokula, liseye giderken bir beğeniye sahip olacak, bir heykeli değerlendirecek, “Bunlar tuhaf şeyler, ben daha güzel yapabilirim.” duygusuna, düşüncesine erişebilecek, sanata sahip çıkacak. 3 yaşındaki çocuktan tutun 16 yaşındaki gence kadar atölyede böyle masalar kuruyoruz hem eğleniyoruz hem öğreniyoruz.

Peki, genel olarak el sanatları insanlığa ne katar? 

Darvin’in bir sözü var: “El, dışarıya uzanmış bir beyindir.” Elini kullanan insanın beyni de gelişir. Eliyle bir şey yapabilen kişinin öz güveni de yüksek olur. Şimdiki gençler bir torna vidayı, bir elektrik prizini tamir edemeyecek şekilde yetişti.  Eğer topraktan, üretimden gelen gücümüzü kullansaydık insanlığın gelişimi daha iyi olabilirdi. Örneğin köy enstitüleri projesi çok önemli bir projeydi. Çocuk hem keman çalıyor, arıcılık yapıyor hem resim yapıyor hem de klasikleri okuyordu. Böyle bir atmosferde ne olur?  İnsanın dünyayı algılama gücü daha çok gelişir.

Siz sanatçıyı nasıl tanımlıyorsunuz?

Sanatçı, bence siyasal bir varlıktır yani sanatını öyle gözleri olan, kulakları olan evleri süslemek için kullanmayan kişidir. Sanatçı, dünyanın bu yakıcı, dramatize edilen günlerinde   sanatının estetiğini mücadelenin biçimlerine göre yönlendirebilmeli çünkü sanatı sadece evi süslemek için çerçeveli bir resim olarak düşünmüyorum. Sergi salonlarına hapsedilmiş, fildişi kulelerde üretilmiş bir şey olarak da düşünmüyorum. Toplumun tümünün sanatsal faaliyetlerden yararlanması gerektiğini düşünüyorum. Sokakta resim yaparken kâğıt toplayan çocuklara rastlıyordum, onların içinde de öyle sanatçılar var ki. Mesela bir gün benim resmimi çizdi biri, kâğıt topluyordu o sıra. Birlikte sokak çocuklarıyla projeler ürettik, etkinlikler düzenledik.

Sanatın üretilebilir olması için sanatçının toplumdan izole, kendine özgü bir yalnızlığının olması gerekmez mi?

Sanat hem öznel hem nesnel şeyler barındırır. Sanatçının özelinde tabii biraz yaratıcı bir yalnızlık vardır ama bir yerden de beslenmesi gerekiyor. Nereden beslenecek sanatçı?  Toplumun açlığından, yokluğundan, ihtiyaçlarından beslenecek. Ben mesela sadece güzel bir kadının bacağının resmini çizdim, sanat diye koydum oraya. Olur mu? Hayır, o dönem ihtiyaçlarını ne belirliyorsa sanatçılar da o yönde olmalı. Geçmişin küllerini saklamak yerine içimizdeki bu enerjiyi, kıvılcımı harekete geçirmeliyiz.

Yaşadığınız şehir olan Ankara’yı sanatsal açıdan yeterli buluyor musunuz? 

Ankara’da çok büyük bir eksiklik var. Örneğin birkaç tane heykel tarzında nesne var ama bir sanat sokağı yok. Diyarbakır’da, Mersin’de, İzmir’de sanat sokakları var. Sanatçılar orada eserlerini, ücretsiz olarak sergileyebiliyor ve mekânlar aynı zamanda halkla buluşma yeri.  Forumlar düzenleniyor, konserler veriliyor. Peki, neden bir ressam da gidip bir resim yapmasın? Ankara’da sanat sokağı hâlâ proje hâlindeymiş. Bana göre çok geç kalınmış bir proje. Bir sanatçının orada rahatlıkla eserlerini sergileyebilmesi ve halk tarafından görülmesi gerekiyor. Sergi salonlarında üç beş kişinin görmesi bence yeterli değil. Sanatı piyasalaştırmadan yani metalaştırmadan sergilemek istiyorum ben. Bir de yaptığın resme baktılar diyelim “Bu, çok güzel bir tablo! Evime, mobilyama yakışan bir resim arıyorum.” diyorlar. Hayır, ben bu yaklaşımı da kabul etmiyorum. Önce sen resmi beğen, ondan sonra mobilyanı ona göre al. Kültürel birikim meselesi bu. Mesela Sovyet Rusya’da Arbat Sokağı Çocukları vardı. O sokakta çocuklar sanat eserleri üretiyordu ve eserlerini halkla buluşturuyordu. Halkın beğenisine göre portre çizenler, yerlere, parke taşlarına, duvarlara resim çizenler vardı. Geçen gün gördüm, büyük bir oteli sanatçılar komple işgal etmiş, otelin duvarını portrelerle doldurmuş. Sanatçının edilgen değil, etkin olması önemli. 

Hayat felsefenizden bahseder misiniz?

Tek amacım üretmek. Ürettikçe mutlu oluyorum, bir insanın, çocuğun kalbine dokunuyorum yoksa tepeden inme bir şekilde çocuklarla temas edeceğim. Peki, bu, nasıl olacak? Sen ona bir roman okumamışsın, bir masal okumamışsın, çamurla oynamamışsın. Gençlerle sanatsal bir etkinliği paylaşmamışsın. Şimdiki çocuklar cetvelle resim çiziyor. Cetvelle resim mi çizilir? Demek ki hayal güçleri kısır kalmış, güdükleşmiş, yontulmuş. Hayal güçlerinin damarlarını kesmişler. Çocuklarda perspektif duygusu yok. Ben o zaman sanat yapmaya çalışan biri olarak çığlık atmak istiyorum. “Bu çocuklara nasıl ulaşabiliriz?” sorusunun yanıtını arıyorum. Kalemi alacaksın, serbestçe, özgürce çizeceksin. İşte korkuta korkuta bir şeyler öğretilmeye çalışılıyor. Eşeği maviye boyadığı için resim öğretmeni çocuğa kızıyor. Çocuğun hayal gücü öyle. Eşeğin rengi mavi de olabilir, turuncu da. İlla çocukları yönlendiriyorlar. “Ev böyle mi çizilir?”, “Evin içi görülür mü?” sorusunu yöneltiyorlar çocuklara. Görülür tabii. Dışardan çocuk görüyor evin içini. 

Sanat, dünyanın gidişatını değiştirebilir mi?

Sanat bir üstyapı kurumudur. Altyapı üstyapıyı belirliyor ama üstyapı da yani sanatta altyapıyı etkileyebiliyor. Sanatın etkileyici gücünü, sanatsal estetiğimizi toplumun mücadelesinin gereklerine, ihtiyaçlarına göre şekillendirebilmeliyiz. Sanat devrim yapmaz ama bazı şeyleri dönüştürür, insanları o konuda evrimleştirir. Değişim yaratmanın bir ön koşulu olarak sanatın görevine inanıyorum. Yoksa tabii mağaraların duvarlarına ilk, resim yapmışlar. Göbekli Tepe’de, yeni bulunan yerleşim yerinde bunları görebiliyoruz. Sanatı bir ihtiyaç olarak görüyorum. 

Son olarak ne söylemek istersiniz?

İnsanların sanatla buluşmasını isterim bizim görevimiz insanlara bunu ihtiyaç olarak hissettirmek. Sanat toplumun tümünü kapsayan bir faaliyet. Sokaklar sanata aç insanlarla dolu. İnsanlar bilgi istemiyor artık bir avunma da istiyor. Gorki, Benim Üniversitelerim adlı kitabında “Kahveleri geziyorum. İnsanlar bana bilgi verme, diyor.” minvalinde anlatmıştı bu durumu. Böyle bir avunma nasıl olacak? Sanatla olacak. Birisinin resmini çizecek, bir kitap okuyup bir paragrafı paylaşacak ve mutlu olacak. Benim düşündüğüm ve istediğim dünyada salt bir sanatçı yani sadece sanatla uğraşan birey yoktur. 

   

 

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —