Çocuğun “çocuk” olduğunu unutuyoruz

Çocuğun “çocuk” olduğunu unutuyoruz

Uzman Pedagog Esra Yıkıcı: “Çocuğun ‘çocuk’ olduğunu unutuyoruz. Üzerindeki beklentimizi o kadar artırıyoruz ki çıtayı o kadar yükseltiyoruz ki çocuğun hata yapma hakkını elinden alıyoruz.”

Söyleşi: Kibar Özkan
Dünyadaki en masum canlılar çocuklar. Bir rehber olmadan hayatta kalmayı başaramayan çocuklara şiddet olayları ise her geçen gün artmakta. Çocuklara uygulanan şiddeti ve ebeveynlerin doğru yaklaşımının nasıl olması gerektiğini Uzman Pedagog Esra Yıkıcı ile konuştuk.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1983 yılında Almanya’nın Helmstedt kentinde doğdum. 2008 yılında, Bielefeld Üniversitesi Pedagoji Bölümünden mezun oldum ve 2011’de Türkiye’ye yerleştim. 2013’te uzman pedagog olarak kendi alanımda çalışmaya başladım. 2016 yılında ise kurduğumuz kreşte görev almaya başladım. Böylece uzmanlığımı okul öncesi formasyonunda değerlendirdim.
“Çocuk” kelimesini tanımlar mısınız?
Biyolojik açıdan baktığımızda özellikle dikkat çeken unsur, çocukların yaşları. Çocukluk, yaş olarak bebeklikten sonra 1 yaşından itibaren başlıyor. Ergenliğin başlamasıyla birlikte çocukluğun bittiğini söyleyebiliriz. Sınırı ergenliğe kadar belirlediğimiz için aslında burada ucu açık bir durum oluyor çünkü günümüzdeki insanların yetişme biçimlerine baktığımızda ergenlik kişiye göre değişiyor. 9 yaşında da olabiliyor, 10 yaşında da olabiliyor, 13’e kadar devam ediyor. Bu sebeple öncelikleri kişinin gelişimsel yaşına bakarak değerlendirmeliyiz.
Pedagog olarak toplumda dikkatinizi çeken hangi tür ebeveyn profilleri var?
İlk dikkat çeken konu, birçok koruyucu ailenin yani gerçekten çocuğuna kıyamayan, çocuğunun hiçbir zorluk yaşamasını istemeyen, mümkün olduğunca pamuklara saran bir ebeveyn profilinin olması. Toplumumuzda böyle bir ebeveyn profilimiz var. Bu yaklaşımın zararı, hayatın zorluklar içermesi. Bu şekilde bir çocuk yetiştirdiğimizde; ilerideki zamanlarda zorluklarla baş edemeyen, bir problem çözümünü çok iyi beceremeyen, depresyona girme ihtimali çok yüksek olan, kendince iç dünyasında büyük sorunlar yaşayan, kendine veya bir başkasına karşı şiddet uygulayabilecek bir bireyle karşılaşabiliriz.
Bir de çocuğuna bilerek veya bilmeyerek psikolojik veya fiziksel baskı ve şiddet uygulayan aile profilini görüyoruz. Bunların arasında da en çok, farkında olmayıp şiddet uygulayanlar var. Bu, aslında çok enteresan bir alan çünkü bu aile profilinde şunu söylemek doğru olabilir: Çocukları için iyi bir şeyler yapmak istiyorken doğru bilinen yanlışları uyguluyor ve çocuğuna psikolojik baskı, psikolojik şiddet uygulayabiliyor.
Şiddet türlerini biz üçe ayırıyoruz: Fiziksel şiddet, cinsel içerikli şiddet ve psikolojik şiddet. Fiziksel ve cinsel içerikli şiddette bariz bir şekilde kötü niyet var, diyebiliriz. Bu şiddet türlerinde, yetişkin de gerçekten bu durumun farkında, diyebiliriz. Psikolojik şiddeti ise tabii fark edenler vardır ama yüksek oranda, ebeveynler farkında olmadan uyguluyor. Gerçekten o kadar ince nüanslar var ki psikolojik şiddet içerisinde, kişi, psikolojik şiddet uyguladığını öğrendiğinde şunu diyebilir: “Ya hiç farkında değildim. Bununla çocuğuma zarar verdiğimi hiç fark etmemiştim.” Mesela en basitinden birçok evde günlük bir konuşma gibi kullanılan “Bunu böyle yapmazsan sana küserim.” cümlesi bir baskı kurmaktır aslında. Bunun şiddet olduğunu açıkladığımızda ebeveynler şaşırabilir, “Hiç farkında olmadan çocuğuma psikolojik şiddet uygulamışım.” diyebilir.
“SANA KÜSERİM”
“Bunu böyle yapmazsan sana küserim.” gibi cümleler çocuğun dünyasında nasıl anlam buluyor? Örneklerle biraz daha açıklar mısınız?
Çocuk yemeğini yemek istemiyor, anne “Yemeğini yemezsen sana küserim.” diyor veya çocuk çorabını giymek istemiyor, anne veya baba “O zaman kötü çocuksun.” diyor. Burada psikolojik bir baskı var. Çocuk “Annemin duygularından ben sorumluyum. Onun mutlu veya mutsuz olmasından ben sorumluyum. İkincisi benim duygularım çok önemli değil, benim şu an yemeğimi yemek istememem önemli değil yani ben değersizim. Daha değerli olan annem. Şimdi onun mutsuz olmaması için yemeğimi yemeliyim. İştahlı mıyım, iştahsız mıyım; aç mıyım, tok muyum? Bunlar çok önemli değil.” şeklinde düşünüyor. Bir değersizlik hissine kapılıyor. Bu durum, çocukta öfkeyi de beraberinde getirebilir.
“Sana küserim.” cümlesi yerine çocuğa nasıl bir açıklama yapılmalı?
Doğru olan çocuğa mantıklı açıklamalar yapmak. “Yemeğini yemezsen aç kalırsın. Aç kaldığında güçsüz kalabilirsin ve hastalanabilirsin. Bağışıklığın düşer.” şeklinde cümleler kurmak. Büyük bir anlayışla onun duygularını dikkate alarak konuşmalıyız.
Çocuğun davranışlarından kendini değersiz hissettiğini anlayabilir miyiz?
Şiddete maruz kalan çocuğun iki davranış seçeneği var: Ya içe kapanık olur ya da çok hareketli. Davranış bozukluğu dediğimiz olumsuz davranışlarıyla dikkat çeker. Bir pedagog olarak şunu söyleyebilirim: Eğer bir çocuk, yorucu, hareketli ise aslında şanslıyız çünkü kendini bu davranışlarıyla dışa dönük olarak ifade ediyor, bir problem olduğunu belirtiyor. Buna karşın içe kapanıksa bu durum, uzun süre fark edilemeyebilir çünkü biz toplum olarak sessiz çocuk için “Uslu, sakin. Ay, ne kadar iyi, ne kadar uyumlu!” deriz. Oysaki çocuk iç dünyasında büyük problemler yaşıyor olabilir. Bu durumu da “öz güvensiz çocuk” olarak ya da “güvensiz çocuk” olarak değerlendirebiliriz. Yalnız şunu da vurgulamak istiyorum: İçe kapanık diye şiddete maruz kaldığı ifadesini söyleyemeyiz veya çok hareketli diye şiddete maruz kalmış diyemeyiz. Bunlar sadece belirti olabilir.
Şiddetin kültür ile ilişkisini siz nasıl yorumluyorsunuz?
Şiddeti normalleştiren yaklaşımlar birçok toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da var. İşte “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Dayak cennetten gelmiştir.” gibi cümleler ile şiddet normalleştiriliyor. Şiddetsiz iletişim veya şiddetsiz eğitimi birçok insan hayal bile edemiyor, “Çocuğu dövmeden nasıl büyüteceksin? Her çocuk bir dayağı arar.” şeklinde düşünüyor. Mesela bir de “Kaşınıyor, iyi bir dayak istiyor.” cümlesiyle şiddete çok gerek varmış hissiyatı veriliyor bizim toplumumuzda. Bu bir gerçek, bunu inkâr edemeyiz. Tabii şiddete karşı direnenler de çok ama insanlarımızın belli bir kısmı şiddete çok gerek duyuyor.
Şiddete ihtiyaç duyulması gerçekten eğitim amaçlı mı yapılıyor yoksa ebeveynlerin kendini tamamlayamaması ile mi ilgili?
Her ikisi de olabilir. Bu açıdan iki ayrı profile sahip ebeveynden söz edebiliriz. Birinci profildeki ebeveyn, şiddet içeren deyimleri dikkate alarak hakikaten çocuğa iyi bir şey yaptığını sanıyor yani çocuğu vurmadığında, dayak atmadığında tepesine çıkan bir birey olarak hayal ediyor. Ebeveyn kendince çocuğu disipline sokmaya çalışır hatta bu davranışıyla gurur duyar çünkü vizyonu budur. Diğer şiddet uygulayan ebeveyn profilinin ise ruh sağlığı hiç normal değildir, kendine hâkimiyeti yoktur, iç dünyasını kontrol edemez. Çocuğa karşı öfkeyle şiddet uygular veya kendi psikolojik durumundan dolayı çocuğa şiddet uygular hatta öldürmeye bile yönelebilir. Günümüzde bunu çok duyuyoruz.
ŞİDDETE KARŞI BİR KİTLE VAR
Günümüzde çocuk şiddeti arttı mı yoksa sosyal medya ile daha çok görünür mü oldu? 
Tarihe baktığımızda şiddetin özellikle çocuk üzerinde her zaman olduğunu görüyoruz çünkü çocuk dediğimizde korunmasız, çaresiz ve yetişkine muhtaç bir profille karşılaşıyoruz. İnsanın yaşamında en çok korunmaya muhtaç olduğu dönem, bebeklik ve çocukluk. Bu sebeple yetişkinlerin çocuklara karşı yaklaşımı her zaman şiddet içerikliydi. Günümüzde ise şöyle bir gerçek var: Artık şiddetin normalleşmesini istemiyoruz. İnsanlar yüksek oranda “Kadına, çocuğa şiddete hayır!” diyor. Şiddete çok daha fazla direnç gösteren, çok daha fazla karşı çıkan bir kitleye sahibiz. Sosyal medya bu konuda bizi daha fazla hassaslaştırmış olabilir ya da daha fazla kanıksatmış olabilir. Kesin bir yargıda bulunamayacağım.
Ebeveynler çocuk yetiştirmede en çok hatayı nerede yapıyor?
Çocuğun “çocuk” olduğunu unutuyoruz. Üzerindeki beklentimizi o kadar artırıyoruz ki çıtayı o kadar yükseltiyoruz ki çocuğun hata yapma hakkını elinden alıyoruz. “Beğendin mi şu yaptığını? Kaç defa uyarmıştım.” ifadesinde olduğu gibi. Yetişkinlere bir çocuğun çocuk olduğunu ve hata yapmaya da hakkı olduğunu hatırlatmalıyız. Onlara hatırlatacağımız ikinci unsur, çocuğun bir birey olduğu, onun da duygularının ve düşüncelerinin bulunduğu, ona da saygı duymamız gerektiği. Üçüncü hatırlatacağımız gerçek ise çocuğa sınırsız özgürlük vermekle ona iyilik değil, kötülük yaptığımız. Çocuğa doğru sınırlar koymak faydalıdır.
Çocuğumuza sınırsız özgürlük sunmayalım, dediniz. Sınırsız özgürlük nedir?
Toplumun düzenini bozan çocuğa annesinin çok tolerans göstermesi. Kaydırakta sıra bekleniyor, çocuk sırasını beklemekte sabırsızlanıyor. Annesi diğer çocuklara “Ablası, abisi çocuğum hemen öne geçsin. Biz beklemeyelim. Çok ağlıyor.” diyerek çocuğunun öne geçmesini sağlıyor. Ya da zarar veren çocuğa tolerans tanıyor, davranışının hiçbir bedeli, karşılığı olmuyor. Bu, sınırsız bir özgürlük çocuk için. Bu durum, kırmızı ışıktan geçmeye benzer. Kırmızı ışıktan geçmek özgürlük değil, toplumumuza zarar verebilecek bir davranış, bir yaklaşım. Kırmızı ışıkta geçmek sadece kendimizin ceza yemesi değil, başka bir arabaya veya yayaya çarpmamız demek. Başkasına vurmak, başkasının eşyasına zarar vermek, sırayı beklememek, öne geçmek, toplumumuzdaki düzeni hiçe saymak özgürlük olamaz.
Özgürlük sınırlar içerisinde değerlendirilmeli. Özgürlük nedir? Kişinin kendi kararı, kendisiyle olan kararıdır. Çocukların bedenine saygı duymuyoruz biz. Özgür bırakmıyoruz. Mesela çocuk “Çoraplarımı çıkaracağım, fermuarımı çekmeyeceğim, sıcakladım. Beremi takmayacağım.” dediğinde ona izin vermiyoruz. “O şapka takılacak, o fermuar çekilecek, o çoraplar da giyilecek.” diyerek çocuğun denemesine, keşfetmesine engel oluyoruz. Çocuğun bedeniyle ilgili karar almasına saygı duymuyoruz.
Şiddet gördüğünü düşündüğümüz bir çocuğa nasıl yaklaşmalıyız?
Bir yetişkin olarak çocuğun, türü ne olursa olsun şiddete uğradığını hissettiğimizde veya düşündüğümüzde ondan mesaj almanın üç ideal yolu var: Biri çocukla bol bol serbest oyun oynamak. İkincisi çocuğun hangi konular ile ilgilendiğini, hangi konular ile uğraştığını öğrenmek için masal tamamlama, masal içerikli etkinlikler yapmak. Üçüncüsü ise çocuktan iç dünyasıyla ilgili daha fazla bilgi almak için boyama etkinlikleri gerçekleştirmek.
Gerçekten de bu üç alanda; oyunda, masalda ve boyama etkinliğinde sabırla uzun soluklu çalışmalar yapmamız gerekiyor. Çocuğun davranış veya darbeler şeklinde şiddete maruz kaldığından eminsek mutlaka uzman desteğine başvurmalıyız. Bizim toplumumuzda şöyle bir gerçek var: Şiddet uygulayan kişi genelde duygusal bağımız olan çok yakınımızdan biri oluyor: Baba, anne, akraba, bakıcı gibi. Duygusal bağımız nedeniyle zaman kaybedebiliyoruz. Bu durum, özellikle cinsel istismarda çok zor, biliyorum. O kadar örtbas edilen olaylar var ki bir an önce uzman desteğine başvurmakta fayda var.
Sizce yasal düzenlemeler yapılırken hangi şartlar dikkate alınmalı?
Şiddeti önlemek hedeflenmeli. Şiddet ortaya çıktıktan sonra bir şeyler yapmak telafisi güç durumlara neden olabilir. Şiddeti önlemenin tek yolu eğitim. Bizim toplumumuzda maalesef durum şu: Önce şiddet ortaya çıkıyor. Sonra biri tutuklanıyor, biri mağdur oluyor. Mağduriyet giderilmiş olmuyor. Şiddeti önlemek için yapılması gerekenler hedefimiz olmalı; bilinçli anneler, bilinçli babalar, bilinçli öğretmenler yetiştirmek. Öğretmenler tarafından da şiddet uygulandığını görüyoruz. Öğretmenlerin bir eğitim uzmanı olarak çocuğa yaklaşımının profesyonel olmasını bekliyoruz. O bile çocuğa bilinçli veya bilinçsiz şiddet uygulayabiliyor. Bu yüzden yasalarla doğru eğitim formülü belirlenmeli, takip edilmeli.

 

CHP Hamburg Birliği, 1 Mayıs'ta Dayanışma Yemeği ve Seçim Değerlendirme Etkinliği Düzenliyor

"Hamburg'da Yeni Bir Paralel CHP'ye İzin Vermeyiz"

Yaz Aylarında Göz Sağlığına Dikkat!

Turizmin Geleceği Yapay Zekayla Parlayacak

Türkiye Lezzet Yüzyılının Lezzet Elçileri: Eurotürk Gastroheroların Ödülleri Dağıtıldı

Hamburger Yeşiller, Yerel ve Avrupa Seçim Kampanyasına Başladı

Fatih Akın'ın Yeni Filmi "Amrum"un Çekimleri Hamburg'da Başladı

SOL Parti: Hamburg"da Geçen Yıl 1000'den Fazla Ev Zorla Boşaltıldı

Hamburg, Sanayisini Kutluyor! Uzun Müze Gecesi'nde Sanayi Temalı Kutlama

St. Pauli Hamburg Derbisi Öncesi Rostock Engelini de Aştı: 1-0

Mehmet Yıldız'ın Danışmanlık Kahvaltısı Büyük İlgi Gördü!

Berlin'de Global Goals için Bir Adım: "17 Klavye, 17 Yer, 17 Hedef" Projesi Devam Ediyor

Yenilenen Meiendorf Bürgerhaus hizmete açıldı.

Polizeieinsatz anlässlich des Fußballspiels FC St. Pauli - F.C. Hansa Rostock

Çağdaş Suseven'in Yeni Klibinde Zeki Müren İzleri!

Altona’daki Allee Tiyatrosu Bariyersiz Hale Getiriliyor: 390.000 Euro Destek

AB, Türk Dönerine Standart Getiriyor!

Almanya'da Emeklilere Yüzde 4,57 Zam Geliyor!

Avrupa Adalet Divanı'ndan Türk Göçmenlere Çifte Vatandaşlık Kararı

Araklı'da Kayıp Kız Kardeş Aranıyor: Züleyha Alemdar'ı Bulmak İçin Yardım Çağrısı

Getir ve Gorillas Almanya'dan Çekiliyor: Depolar Kapatılıyor

Öffentlichkeitsfahndung nach 12-Jährigem

Hasan Akbaş: Grafik Design ile Hamburg'da Başarıyı Yakalıyor

Batı Avrupa'da Yükseköğretim Fırsatı: Öğrenci Seçme Sınavı Başvuruları Başladı

Mordfall in Stade - Ermittler suchen wichtige Zeugen

Öffentlichkeitsfahndung nach Verdacht des räuberischen Diebstahls

Basketbol Dünya Şampiyonları Hamburg'da Olimpiyatlar İçin Isınıyor

Dr. Hans-Jochen Waitz, 80. Yaşını Senato Kahvaltısıyla Kutladı

Hamburg Polisi, Pastor Patrick Klein'i Onursal Komiser Olarak Atadı

Hamburg Limanı'nda Kruvaziyer Gemileri Emisyonlarına Sıkı Düzenleme Geliyor!

Yükleniyor