Kibar ÖZKAN

Tarih: 25.10.2022 19:46

KÖYLER ESKİ GÜZELLİĞİNE KAVUŞABİLİR Mİ?

Facebook Twitter Linked-in


Eylül ayının nahoşluğu ile kasım ayının hüznü arasında kalan soğuk görünümlü sıcak ekim gününde köye yolculuk yaptım.
Köy, insana ait olma, son durağa gelme duygusu veriyor. Kafasını kaldırdığında gökyüzünü görmesi, bulutların şeklinden anlam çıkarması, ayağını toprağa basması, evlerin ulaşılabilir olması insana yaşadığını hissettiriyor. Eskiye ait bir duygum, köylerin terk edilip kimsesiz kaldığına dairdi. Şimdi kentlerden köylere dönüş tüm hızıyla devam ediyor ancak kentin konforunu köyün samimiyeti ile birleştirmeye çalışan Anadolu insanının ruh hâli karışmış.
Köylere kent görünümü verebilir miyiz? Kente benzeyen köyler, köy olur mu?  Bu ve benzeri soruların yanıtlarını ileride toplumsal anlamda tartışacağa benziyoruz. 21. yüzyılın bölünmüş hayatlarına sahip insanları her şeye birden sahip olmak istiyor ama hayat, geçmişten bugüne hiçbir şeyi altın tepside sunmamış. Altın tepside sunmadığı gibi insana hep bir tercihte bulunma zorunluluğu koşuyor yani köylerde yaşamı tercih edenler kentlerin olanaklarından mahrum. Kentte yaşamak isteyen insanlar kentin zararlarından muzdarip.
Sosyolojik anlamda ise eski insani ilişkiler günümüz köylerinde yok. Dilimizde hep o türkü var: Eskiden ne güzeldi her şey! Peki, ne değişti? Kent ve köy hayatına dair en büyük yanılgımız, belki de safça köyde yaşamış, bir yerde kolektif yaşama tabi olmuş insanlarla kent yaşamına tutunmak için binbir cendereden geçmiş yorgun insanlardan benzeri tutum ve davranışları beklememiz.

ANADOLU İNSANININ RUH HÂLİ

“Her dönem kendi kahramanlarını yaratır.” misali makineleşme ile başlayan kentlere göç etme durumu insana sahte konfor alanları elde etme olanağı verdi.   Tasını tarağını toplayan insanlar kentlerde hatta yabancı ülkelerde gurbetlik çekerek hayata tutunmaya çalıştı. Gerçek anlamda kente ait olamadan sadece kent yaşamını alışkanlık hâline getirerek ömür sayfalarını doldurdu. Bu zaman zarfında yeteri kadar maddi gelir elde etme şansları olanlar, köyüne, onların tabiri ile baba ocağına geri döndü. Belirli süre kalacak olsalar da rahat edecekleri evler yaptılar. Sonra bu bir akım hâlini aldı. “Kimin daha güzel evi var?”, “Kim daha çok para harcadı evine?” diye bir yarış da denilebilir bu duruma. Köye hiç gelmeyenler dahi evler yaptı çünkü tanıdıklarının evi vardı. Neden kendisinin de olmayacaktı? Bu kapitalist kentlerde yaşamış olmanın verdiği alışkanlığın, köyde yaşamın amacının dışına çıkılmasına neden olduğunu sanıyorum. Rahat bir evde yaşamak her insanın hakkı tabii ki ancak bu evi bir hırsla rekabet duygusuyla amacı dışına çıkılarak yapınca köyün saf, rahat, huzurlu yaşamının tadına varılamadı. Bu da beklenen mutluluğu, o eski günlerin güzelliğini getiremedi.
Yapılması gereken, Anadolu insanının özüne dönmesi. Anadolu insanının, maddi gücün sadece bir araç olduğu gerçeğini kendine hatırlatması gerekiyor. Bir tabak çökeleği paylaşmanın, köz ateşinde birlikte yapılan kömbenin neredeyse tüm köye yetmesinin, hastalanınca komşunun kendisini merak ederek bir bardak süt getirmesinin ferahlığını hissetmesinin, samimice “Nasılsın?” diye sorulmasının güzelliğini görmesi ve yaşaması olacak. Artık nerdeyse kentlerde görülemeyen gökyüzüne doyasıya bakmayı, yağmuru, güneşi, yeşili tüm derinliğine hissetmeleri de daha akıllıca olur. Diğer türlü Anadolu insanının emekliliğinin keyfini çıkaramadan, tüm bu güzelliklerin farkına varamadan ve pişmanlıkla hayatını noktalayacağı gerçeğidir.
 Sevgilerimle.
 
 

 
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —